Skip to content Skip to footer

Benim en hayran kaldığım yer hastaneleri oldu. Benim gibi HIV+ olan arkadaşımın kontrol günüydü. Doktorada birlikte girdik. Test sonuçlarına bilgisayar ekranında doktoru ile birlikte bakıyorlardı. Doktor durumunun ne olduğunu tane tane anlatıyor, detaylı bilgi veriyor ve en önemlisi, elleriyle süppeerrr hareketi yaparak moral veriyordu… Odasına geleni tam gaz motive yolluyordu. Hizmet bununla da bitmiyor, ayrıca birde sosyal yaşam için danışman var. Onunla da tanıştık. Kontrolden sonra bizi sohbet etmek için odasına davet etti. Neredeyse 2 saate yakın yanında kaldık.

Hollanda da 15.000 HIV ile yaşayan olduğunu!, sadece kendi hastanelerinde 700 kişi takip ettiklerini söyledi.

Türkiye’de en yoğun HIV takibi yapan yerlerde genelde 50  HIV+ kişi takibi yapıyorlar, daha doğrusu yapamıyorlar…

Biz de ise bir dünya ihlal, curcuna ve kaos.. Ama Hollanda’da hiç öyle değil. Hastaneler bile öyle tıklım tıklım değil, ferah ferah. Size verilen saatte gidiyorsunuz ve anında içeri alınıyorsunuz. Bizim gibi öyle saat sabah 09:00 da verilen randevuya 11:00 de girmiyorsunuz. Bir de güler yüzle karşılanıyorsunuz. Oksijenin olmadığı, itiş kakış koridorlarda, azarlanmadığınız ve adınızın deşifre edilmediği yerlerdi buralar.

Danışman kadın gelenlere HIV ile yaşama becerileri hakkında bilgilendirme yapıyor. Kişilerin aklına ne takılıyorsa sorabiliyor. Bizim bir sivil toplum kuruluşu olarak Pozitif Yaşam Destek Merkezi’nde verdiğimiz hizmetleri  burada devlet hastanesi veriyor !

HIV ile yaşayanların bebek sahibi olma konusuna nasıl baktıklarını sorduğumda, çok desteklediklerini ve 5 yıldır sperm yıkama yöntemiyle kişilerin çocuk sahibi olduğunu söyledi. Bizde ise bu uygulama başlayalı anca daha bir yıl oldu. O da kişiler araştıra araştıra bir hal olduktan sonra.  Kaldı ki bunu da Türkiye’de ancak bir kaç iyi ve bilgili doktor olabileceğini söylüyor ve destekliyor. Genelleme olarak cinsel ilişkiye bile girilmesine karşı bir tutum gözlemliyoruz…

Maalesef biz ülke olarak çookk gerideyiz… Bizi daha 100 yıl Avrupa Birliği’ne  almazlar diye düşünüyorum…

Danışman kadın, ülkede devlet tarafından çok bilgilendirme çalışmalarının yapıldığını anlattı. 

Özellikle de damar içi madde kullanıcılarında enjeksiyon değiştirme programı başlattıklarından beri, bu yolla yayılımı çok ciddi oranda düşürdüklerini belirtti. Hatta bağımlılara uyuşturucu yerine krize girip etrafa zarar vermesinler diye metadon bile verdiklerini söyledi. Bizde olsa kişi geldiğine geleceğine pişman olur, çünkü dakikasında yakalarlar…

Birde ihlaller konusunda konuştuk. “olması mümkün değil’ diyor. Hastanelerde kişilerin ne isimleri, ne tanıları, ne de bir bilgisi başka hiç kimseyle paylaşılmıyor. Mahkemelik bir durumda medya bile kişiyi değil hastanenin hatasını yazarmış. Bizde ise medya sağ olsun kişiyi çarşaf çarşaf yazar, deşifre eder, hastaneyi de över…

Öte yandan günde 200 – 300 hastaya bakmak zorunda olan doktorları da anlayabiliyorum. Hastasına kaliteli bir zaman ayıramadıkları için tedavisini de doğru yapamamakta. Bu nedenle ne son çıkan bilimsel çalışmaları takip edebiliyor, ne de kendini geliştirebiliyor. Enfeksiyon uzmanı doktor bile bu gün hala HIV’i baskılayan tedaviyi yanlış veriyorken (örn: kaletrayı günde 3 öğün ikişer olarak veriyorlar. Doğrusu 2×3’dür. Yani sabah 3 kaletra – akşam 3 kalerta, tabii yanında birer combivir ile birlikte),  bir dahiliye, bir cildiye doktorunun HIV’in tam ne olduğunu, olmadığını, tanı koyabilmesi için bilmemesini normal mi karşılamalıyız?

 “Avrupa’da insanlar şans eseri ölür, Türkiye’de ise şans eseri yaşar” diye boşa dememişler.

 Kalemimin, ifadelerimin çok sert olduğunu biliyorum. Bunu için özür dilemeyeceğim. Çünkü HIV ile yaşayan ve tüm bu zorlukları yaşayan benim / biziz. Ben bir tarafım ve haklarımı savunuyorum…

 “İnsanca” yaşadığımız ve sağlık hizmeti aldığımız bir ülke temennisi ile