Skip to content Skip to footer

Bu elbette hepimiz için heyecan verici bir gelişme. Ancak konuyla ilgili çıkan Türkçe haberler bana biraz fazla abartılı geldiler. Bu nedenle hiç istemesem de, hikayedeki ümit kırıcı tarafları da sizlerle paylaşmak zorunda hissediyorum. Eğer yanıldığım noktalar varsa,  doktorlarımızdan beni düzeltmelerini rica ediyorum.

Öncelikle lösemi hastasında görülen iyileşme, doktorun nakil için, “delta 32” mutasyonuna sahip bir donor seçmesi sayesinde gerçekleşmiş.(1) Bu mutasyon, HIV’in hücrelere girebilmek için ihtiyaç duyduğu “CCR5” adli bir proteini bloke etme özelliğine sahip. Çok nadir rastlanan bir gen olan delta32, bu sayede insanlarda HIV’e karşı direnç oluşturabiliyor. (3)

Ancak dünya üzerinde, hücrelerin giriş anahtarı olarak CCR5 yerine CXCR4(7) adli başka bir proteini kullanan HIV türleri de mevcut.(6) Bu da enfekte bireylerin yaklaşık %50’sini kapsayan bir durum. Yani delta32 mutasyonu ve onun mantığını taklit eden Celsentri(5) gibi HIV ilaçları, bu kişilerde ise yaramıyor. (4)  Özetle doktor kendine, CCR5 turu HIV ile enfekte olan bir hastayı bilerek seçmiş.(1)

Ayrıca bilim adamları, Celsentri türündeki ilaçları kullanan insanlarda, CCR5 eksikliği karşısında çaresiz kalan virüslerin zaman içinde tekrardan mutasyona uğrayarak CXCR4 proteinlerine yönelmelerinden endişe ediyorlar.(1) Virüslerin direnç geliştirirken böyle bir eğilim gösterdiklerine şimdiye kadar rastlanılmamış olması(6), bundan sonrasında da rastlanamayacağı anlamına gelmiyor kesinlikle. Ve o zaman elimizdeki bu %50’lik avantajı da yitirebiliriz.

Bu endişenin asil kaynağı, testlerde belirlenemeyen seviyelere indiği söylenen virüsün, kan plazmasındaki mevcudiyeti sıfırlanmış olsa dahi, vücudumuzdaki bazı hücrelerin içine saklanarak, fırsat bulduğu ilk anda -ilacın bırakılması ya da olası bir mutasyon sonrası- tekrardan çoğalmaya başlamasıdır. Bahsi gecen lösemi hastasına uygulanan testlerin hiçbirinde HIV’e rastlanamamış olsa da, HIV’in yine bir yerlere gizlenmiş olabilme ihtimali ve de bunun aksinin ispatlanamıyor olması, tedaviyi gerçekleştiren doktoru bile, bunun tam anlamıyla bir iyileşme olduğunu söylemekten alıkoyuyor.(2)

Son olarak, bütün bunların haricinde, bir kişiye ilik nakli yapılabilmesi için öncelikle nakledilecek olan hücrelerden vücutta hiç kalmamış olması gerekiyormuş. Bunu sağlamak için uygulanan kemoterapi surecindeyse, vücudun direnci tamamıyla ortadan kalktığı için, nakledilen kok hücrelerin yeniden filizlenmelerini beklemek, %20-30’luk bir olum riskini de beraberinde getiriyormuş.(1) Yöntemin pahalılığı ve yan etkilerinin fazlalığıyla kastedilen budur.

Yani, bu is bu kadar, diyerek havalara uçmak için henüz çok erken. Ama ilerde geliştirilebilecek gen tedavileriyle ilgili oldukça ilham verici bir haberle karşı karşıya olduğumuz da bir gerçek.

Çeviri: Enis