Geçtiğimiz Cuma (24 Aralık 2010) Prof.Dr. Yasemin İnceoğlu’nun gazetecilik ve internet yayıncılığı alanında uzmanlaşmak isteyen ikinci ve üçüncü sınıf öğrencilerine verdiği Alternatif Medya ve Hak Haberciliği dersine KAOS GL ve Pozitif Yaşam Derneği aktivistleri konuk oldu. Konuklarını kısaca tanıtan ve konukların bize getirdiği kitapları onlarla birlikte dağıtan Yasemin Hoca sözü hemen konuklarına bıraktı. Ders KAOS GL’nin sunumuyla başladı. Sunumda LGBTT’lerin medyada hangi durumlarda ve hangi temsil biçimleriyle yer aldığı çarpıcı örneklerle göz önüne serilirken yönelimleri hedef alan nefret söylemi, nefret suçu ve ayrımcılık konuları üzerinde duruldu. Çoğumuz sunumun ardından kullandığımız sözcüklerin hangilerinin nefret söylemine girdiğini, ayrımcılığın en çok hangi alanlarda görüldüğünü tartışmaya kaptırdık kendimizi. Ama sonuçta söylemde hatalar yapılabileceğini, bu bilincin yerleşmesinin zaman alacağını, önemli olanın zihniyet olduğunda hemfikir olduk. Ayrıca Türkiye’de erkek, suni Müslüman ve heteroseksüel olmayanların pek çok alanda ayrımcılığa uğradığını bununla birlikte ayrımcılığa uğrayanların da birbirlerine ayrımcılık yapabildiğini tartıştık. Oysa ayrımcılık hakkında o derste öğreneceğimiz daha çok şey vardı.
Pozitif Yaşam Derneği’nin sunumu bir şiir ve ardından HIV Pozitif olduğunu öğrenen bir kadının kendi duygularını ifade ettiği ufak bir dinleti ile başladı. Başlangıcın çok etkili olduğunu söyleyemem, belki bizler o empatiyi kurmak için duygusal olarak hazır değildik, bir dönemin duygusal powerpoint sunumları mı başlıyor korkusuna bile kapıldım.
Dinletinin ardından bu dinleti hakkında neler hissettiğimizi ve HIV pozitif hakkında neler bildiğimizi anlamaya çalışan klasik sunum başlangıç soruları geldi. Bu konuda çoğumuzun bir fikri olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Aralarındaki farkı henüz bilmediğimizden HIV Pozitif yerine AIDS diyorduk, Freddie Mercury dışında bir isim de bilmiyorduk. İçimden bir ses ortaokuldaki verem savaş sunumlarına benzer bir deneyim yaşayacağımızı söylüyordu. Akciğerlerden çıkan oklar, öksüren çocuk resimleri…
“Artık HIV Pozitifli birini tanıyorsunuz” sesiyle irkildik. Karşımızda bu virüsle yaşadığını açıklamaktan çekinmeyen, hiç hastaya benzemeyen hatta açıkçası çoğumuzdan çok daha sağlıklı ve hoş görünen bir kadın vardı. Bu cesareti gösteren bir erkek olsaydı bu kadar etkilenir miydim bilemiyorum. Virüsün bulaşma biçimlerini, korunma yollarını, bu virüsle yaşama koşullarını korkutmadan, abartmadan, kendinden örnekler vererek ama asla kendisini bir kurban gibi göstermeden anlattı. HIV ile yaşamanın hastalık demek olmadığını ama hasta olmamak için öncelikle bu virüsle yaşayanların ve çevresindekilerin korunması gerektiğini hangi grafik, hangi çarpıcı fotoğraf bundan daha etkileyici biçimde beynimize kazırdı bilemiyorum. Virüsle ilgili şehir efsanelerinin hepsini, “iğne batırıyorlarmış”, “sivrisinekten olmuş” gibi acaba dediklerimizden en saçma olanlarına kadar bilimsel gerekçelerle çürüttü. Cinsel ilişki sırasında prezervatifle korunmak gibi aslında bizi başka hastalıklardan da koruyan bir-iki önlem almamız halinde hepimizin sağlıklı şekilde yaşamlarımızı sürdürebileceğini öğrendik. Ama elbette bu kadar basit değildi çünkü pek çok insana göre bu bir sağlık değil ahlak sorunuydu. “Kim bilir neler yapmışlardı ki bunlar başlarına gelmişti (?)”. Konuğumuz kahraman olduğunu umursamayan kahramanlar gibi ona sorulan her soruyu açık yüreklilikle cevapladı. Bazen oturduğumuz yerden irkiltecek deneyler yaptı üstümüzde, ahlaki ikiyüzlülüğümüzü sorguladı. Sonunda HIV ile yaşayanlara virüsten çok önyargıların acı verdiğini anladık. Oysa bu diyabet gibi bir durumdu, gelişen tedavilerle virüsle yaşayanların normal yaşamlarını sürdürmesi mümkündü. Hatta bir arkadaşımız “Ben de bir test yaptırmak isterim, nerede yaptırabilirim?” diye sordu gayet doğal biçimde. Sunum sona ererken HIV Pozitif’e bakışımız hatta belki hayata bakışımız tamamen değişmişti. Konuklarımızla vedalaşırken korunacağımıza ve bundan böyle birbirimizi koruyacağımıza dair sessiz bir anlaşma yaparak ayrıldık.