Tüm dünya sakinlerinin duygularının ve düşüncelerinin böylesi ortaklaştığı bir döneme tanık olmanın şaşkınlığı içindeyiz. Son günlerde şanslı olanlarımız hayatımıza boş sokaklarımız, dolu evlerimiz ve içinde fütursuzca uçuşan düşüncelerin olduğu zihinlerimizle baş başa devam ediyoruz. Öncesinde günlük yaşamın bir parçası olan çoğu meşguliyet artık hayatta kalma motivasyonumuzu sınar niteliğe bürünmüşken belki de hayatımızın kontrolünü tekrar ellerimize alabilmenin özlemini yaşıyoruz. Elbette herkes için süreç kendine özgü ilerliyor, çünkü önceki yaşantılarımız, psikolojik sağlamlığımız ve baş etme stratejilerimiz birbirinden ayrı. Dolayısıyla süreçten payımıza düşen duygular da farklılaşıyor. Hepimiz için normalden farklı geçen bu zaman diliminde toplumsal sorunlarımız ise maalesef yok olmuyor, etkisi azalmıyor. Hatta gündemin gerisinde kalıp, böyle zamanlarda gittikçe görünmez oluyor. Çoğunluğu kendine dönmeye iten bu süreçte araya girip ilgi odağını biraz da diğerine çevirmek istiyorum.
Koronavirüsün sebep olduğu can kayıplarına üzüntüyle tanık olurken bir de ayrımcılık ve damgalamanın yıkıcı etkisini deneyimliyoruz. Yaş ayrımcılığına, belli bir ırka, meslek grubuna veya enfekte olanlara yönelik ötekileştirmeye ve damgalamaya hem medya aracılığıyla hem de günlük pratiğimizde maalesef ki tanık oluyoruz, hatta belki bir parçası oluyoruz. İnsanlar virüsle enfekte oldukları için, risk altındaki yaş gruplarına veya meslek gruplarına mensup oldukları için eşitsiz muamelelere maruz kalabiliyor. İçinde savrulduğumuz çembere dışarıdan bakınca, yaşananlar oldukça tuhaf değil mi? Bir virüsün sebep olduğu enfeksiyon, bir “tıbbi durum” nasıl olur da bu denli adaletsiz bir değerlendirmeye tabi olabilir? Bu sorunun cevabını söyleyecekleri Koronavirüsten çok daha fazla olan ve yıllardır kendisine söz hakkı verilmeyen HIV’de bulacağımızı düşünüyorum.
HIV yani İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü, 80’lerin başında tespit edildi ve o günden beri tüm dünyada yaklaşık 32 milyon kişi HIV’e bağlı olarak yaşamını yitirdi.[1] Ortaya çıktığı ilk yıllarda virüsün hızlı yayılımı ve etkili tedavilerin geliştirilememiş olmasıyla HIV sıklıkla, enfekte olduktan sonra yıllarca tedavi alamayanların vücutlarının fırsatçı enfeksiyonlara açık hale geldiği evre olan AIDS ile eşdeğer anlamda kullanıldı. 90’lı yıllara gelindiğinde virüsün kontrol altına alınmasıyla artık HIV ile yaşayan bireylerin günde bir veya birkaç tablet ilaç desteğiyle hayatlarını HIV negatif bireylerden farksız olarak, sağlıklı bir şekilde sürdürdüğünü biliyoruz.[2] Yani 90’lı yıllardan bugüne tedavi yaklaşımlarında oldukça yol katedildi, can kayıpları önlendi fakat HIV ile yaşayan kişilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve damgalamanın bertaraf edilmesinde ne yazık ki aynı gelişme gösterilemedi. Toplumların HIV’i algılayış ve yorumlayış biçimleri tedavideki ilerlemeye rağmen yerinde saydı. Bu konuyu ayrımcılığın psikososyal temellerini irdeleyerek sorgulamak, HIV damgalamasının ve HIV ile yaşayan bireylerin uğradığı ayrımcılığın bilincine varmamızda ve bu adaletsiz tutumun dönüşümü için harekete geçmemizde yol gösterici olabilir.
İnsanlar sosyal dünyayı daha kolay anlamlandırabilmek için edindiği bilgileri sınıflandırma eğiliminde.[3] Fakat bu sınıflandırma her zaman hayatımızı kolaylaştırmıyor, aksine tehlikeli bir şekilde önyargıların ve kalıpyargıların oluşumuna da öncülük ediyor.[4] Önyargıyı kısaca, kişinin bireysel özelliklerine göre değil; ait olduğu gruba atfedilen özelliklere göre olumsuz, olgunlaşmamış ve değişmeye niyetsiz bir tutumla değerlendirilmesi olarak tanımlayabiliriz.[5] Kişilerarası farklılıklar grup aidiyetlerinin göstergeleri olarak kabul edildiğinde ve hiyerarşik konumlandırıldığında ayrımcılığa uygun zemini oluşturabilecek materyallere dönüşürler. Önyargılar diğeriyle aramızdaki mesafeyi açar ve diğerini bana yabancılaştırır. Diğerinin içinde olduğunu varsaydığımız grubun olumsuz özellikler taşıdığına dair kanaatlerimiz doğrultusunda bu grubu “bizden olmayanlar” yani dış grup olarak değerlendirir ve dış grubu kendimizi üyesi saydığımız topluluktan yani iç gruptan hiyerarşik olarak daha aşağıda konumlandırırız.[6] Olumlu özellikler iç gruba mal edilirken olumsuz özellikler dış gruba atfedilir ve böylece dış grup olabildiğince marjinalize edilir.[7] HIV ile yaşayan bireyler de toplumdaki her dezavantajlı grup gibi bu güç ve tahakküm ilişkisinden nasibini alıp kalıpyargılar ve önyargılarla inşa edilen tanımlar içerisine sıkıştırılıyor. Bu bağlamda sadece eşcinseller, seks işçileri, translar, madde kullanıcıları gibi halihazırda toplum tarafından dışlanmış, sıradışılaştırılmış belli grupların HIV ile enfekte olabileceğine dair yanlış bir inanç gelişimini gözlemleyebiliriz. Halbuki HIV bir virüs ve ırk, din, ten rengi, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, eğitim düzeyi veya sosyal statü seçmez. Ayrımcılığı uygulamak da kişiye veya bir gruba özel değildir, özellikle dezavantajlı gruplara yönelik gerçekleşmekle beraber her kültürde ve toplumun her kesiminde görülebilir.
Damgalama kuramının öncüsü Goffman damgalamayı “damgalanan bireye daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi algılanmaması” olarak tanımlıyor.[8] UNAIDS ise, HIV damgalamasının HIV ile ilişkilendirilen kişiler için bir devalüasyon süreci olduğunu vurguluyor.[9] İki tanım da HIV ile yaşayan kişilerin “değersizliği” ve “hak etmeyişi” üzerine eğiliyor, bu inançlar kişilerin maruz kaldıkları olumsuz muameleyi meşrulaştıran bir zemin oluşturuyor ve sosyal eşitsizliği korumaya hizmet ediyor. Kişiler üzerinde kurulan tahakküm de bu döngü içerisinde normalize ediliyor. Ayrımcılık ise önyargı ve damgalama öncülüğünde temelleri atılan bu sürecin günlük hayata yansıyan davranışsal çıktıları olarak karşımıza çıkıyor.[10] Kişilerin algılanan HIV statüleri baz alınarak maruz bırakıldıkları her adaletsizlik ayrımcılığa denk düşmekte. Sağlık hizmetlerine erişim, çalışma hayatında yer alma, mahremiyetin korunması gibi temel hak ve özgürlüklerin engellenmesinden kişinin iyi oluş halini sürdürmesine yarayan bireysel mekanizmaların tahribatına (bkz. içselleştirilmiş damgalama) kadar uzanan geniş bir yelpazeden bahsediyoruz. İlişkili birkaç noktaya değinerek bu sürecin inşasına yakından bakabiliriz.
Araştırmalar psikolojik bozukluklar da dahil olmak üzere sağlık sorunları nedeniyle damgalanmaya en çok maruz kalan gruplardan birinin HIV ile yaşayanlar olduğunu gösteriyor.[11] Bu çarpıcı sonucu inşa eden damgalamanın en temel sebeplerinden biri HIV’in bulaş yollarından birinin “korunmasız cinsel ilişki” oluşu. Bu düzlemde, cinsel sağlığın ve cinselliğin tahlilinin toplum nezdinde çok eskiden beri sağlıklı yapılamıyor olması ve cinselliğin bir tabuya dönüşmesinden de söz edilmeli. Bu olgu, özünde Koronavirüs gibi viral bir enfeksiyon olan HIV’e çok farklı bir pencereden bakılmasına neden oluyor. Toplum, HIV ile enfekte olmanın bireyin iradesi dahilinde gerçekleştiğini varsayıyor, hele ki bu irade cinsel davranışlarla ilişkilendiriliyorsa birey ahlaki yargılamaların kolayca hedefi oluyor. Tahmin edilen bulaş yoluna göre kişinin karakteri üzerine çıkarımlar yapılması da cabası. Bu paterne göre HIV ile enfekte olan bireyler masum ve suçlu olmak üzere iki ucu bulunan bir süremin farklı noktalarında kategorize ediliyor.[12]Araştırmalar toplumların HIV ile enfekte olmuş seks işçileri, damar içi madde kullanıcıları ve evli olmayan kadınları enfekte olmalarından sorumlu tutup suçlu olarak nitelerken; HIV ile enfekte olmuş çocukları, sağlık çalışanlarını ve kocaları tarafından enfekte olmuş kadınları kurban ve masum olarak değerlendirdiğini gösteriyor.[13] Bu tutum ise bizi Adil Dünya İnancı kavramını tartışmaya itiyor. Dünyanın adil ve rasyonel olduğuna, dolayısıyla “kötü insanların” başına kötü şeylerin geldiği ve “iyi insanların” da iyi şeylere layık olduğuna ilişkin bu inanç yapılanlar ve sonuçlar arasında bir uygunluk olduğu fikrini taşır. Lerner (1977), bu inancın kişinin yaşamını sürdürmesine ve ona anlam atfedebilmesine olanak sağlayan temel bir yanılsama olduğunu öne sürer.[14] Bu inancı paylaşmak bireysel ve toplumsal düzlemde çabalarımızın sonuçlarını elde edebileceğimizi garantiler ve kontrolün bizde olduğunu hissiyatını pekiştirir.[15] Yakından bakıldığı zaman bu inanç herkesin hak ettiğini bulduğu bir yaşamı vadediyor. Böylece kişiye uygulanan ayrımcılık aslında kişinin layık olduğu bir tutum olarak meşrulaştırılıyor. Geçmişte AIDS’in “Günahkarlara verilen bir ceza” olarak tanımlanması da tam olarak bu noktaya denk düşüyor.[16]
Bireysel olarak tabuyu çiğneyen ise, ya öldürülmüş ya da toplumdışına atılmasından duyduğu büyük korkudan dolayı kendiliğinden ölmüştü. [17]
Tabuyu çiğneyeni kapı dışarı edenin, öldürenin ta kendisiyiz. HIV statümüz ne olursa olsun HIV ile ilişkilendirilenlere dair yanlış inançlarımıza ve bu inançların kökenlerine bakabilmek aslında dünyaya ve var oluşumuza dair benimsediğimiz dogmaların ve kuralların; beni yücelten veya yeren sıfatların dayandığı temellerin kırılganlığını fark etmek anlamına geliyor. Fakat ancak bu yolla tabulaştırdıklarımızın prangalarını bir bir çözebilir, hem uzaktaki diğerinin hem de sınırlandırılmış benin birbirine gerçek yakınlığını idrak ederek HIV’in tüm toplumun meselesi olduğunu görebiliriz. Hepsinin yolu da mağduru ve faili olduğumuz ayrımcılığın ayırdına varmaktan ve sorumluluğu içtenlikle paylaşmaktan geçiyor. Yaşamın bir merdiven ve yaşayanların basamak olmadığını fark ettiğimiz o yolda buluşabilmek dileğiyle.
Hilal Ünsaldı
[1] HIV/AIDS. Erişim tarihi:22.04.2020, https://www.who.int/gho/hiv/en/
[2] A Timeline of HIV and AIDS. Erişim tarihi:22.04.2020, https://www.hiv.gov/hiv-basics/overview/history/hiv-and-aids-timeline
[3] Spears, R. ve Haslam, S. A., (1997) “Stereotyping and the Burden of Cognitive Load”, The Social Psychology of Stereotyping and Group Life, R. Spears, P. H. Oakes, N. Ellemers ve S. A. Haslam (der.), Blackwell, Oxford, s. 171-207.
[4]Madran, H. ve Demirtaş, A. (2013). Sosyal kimlik ve ayrımcılık, Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, (ed. Kenan Çayır ve Müge Ayan Ceyhan). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 73-85.
[5] Göregenli, M. (2012). Temel Kavramlar: Önyargı, Kalıpyargı ve Ayrımcılık. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (ed. Kenan Çayır, Müge Ayan Ceyhan), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları l, 17-27.
[6] Madran, H. ve Demirtaş, A. (2013). Sosyal kimlik ve ayrımcılık, Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar, (ed. Kenan Çayır ve Müge Ayan Ceyhan). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 73-85.
[7]Göregenli, M. (2012). Temel Kavramlar: Önyargı, Kalıpyargı ve Ayrımcılık. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (ed. Kenan Çayır, Müge Ayan Ceyhan), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları l, 17-27.
[8] Goffman, E. (1963). Stigma: Notes on the Management of Spoiled Identity. New Jersey, USA: Prentice-Hall, Inc.
[9] Stigma and Discrimination, UNAIDS. [erişim 22 Nisan 2020] http://data.unaids.org/publications/fact-sheets03/fs_stigma_discrimination_en.pdf
[10] Göregenli, M. (2012). Temel Kavramlar: Önyargı, Kalıpyargı ve Ayrımcılık. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (ed. Kenan Çayır, Müge Ayan Ceyhan), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları l, 17-27.
[11]Mahajan, A. P., Sayles, J. N., Patel, V. A., Remien, R. H., Sawires, S. R., Ortiz, D. J., Szekeres, G., & Coates, T. J. (2008). Stigma in the HIV/AIDS epidemic: a review of the literature and recommendations for the way forward. AIDS (London, England), 22 Suppl 2(Suppl 2), S67–S79. https://doi.org/10.1097/01.aids.0000327438.13291.62
[12] Ogden J, Nyblade L. Common at Its Core: HIV-Related Stigma Across Contexts . Washington, DC: International Center for Research on Women [erişim 22 Nisan 2020] https://www.researchgate.net/publication/242326242_Common_at_its_Core_HIV-stigma_Across_Contexts
[13] Ogden J, Nyblade L. Common at Its Core: HIV-Related Stigma Across Contexts . Washington, DC: International Center for Research on Women [erişim 22 Nisan 2020] https://www.researchgate.net/publication/242326242_Common_at_its_Core_HIV-stigma_Across_Contexts
[14]Lerner M. J., (1977) “The Justice Motive: Some Hypotheses as to its Origins and Forms”, J Pers., 45, s. 1-52.
[15]Göregenli, M. (2012). Ayrımcılığın Meşrulaştırılması. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (ed. Kenan Çayır, Müge Ayan Ceyhan), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları l, 61-72.
[16] Sontag, S. (2005) Metafor Olarak Hastalık-AIDS ve Metaforları (çev: Akınhan, O.), Kitap Matbaacılık, İstanbul.
[17] Webster H, Taboo: A Sociological Study, s. 17.24 Aktaran: Evelyn Reed, Kadının Evrimi I , Çev. Şemsa Yeğin. 2. Basım, İstanbul, Payel, 1994, s. 43