Skip to content Skip to footer

Yüzbinlerce yıllık insanlık tarihi, milyonlarca insanı öldüren epidemilere tanık oldu. Bazıları şu an içinde bulunduğumuz gibi pandemi boyutuna ulaştı. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre pandemi, dünya çapında veya bir kıtanın tamamı gibi çok geniş bir alanda meydana gelen, uluslararası sınırları aşan ve genellikle çok sayıda insanı etkileyen bir salgındır. (1) Her ne kadar insanlık tarihinde pandemi sürecini yaşayan ilk insanlar bizler olmasakta böylesi bir duruma tanıklık etmek tarihten okumakla aynı şey olmadığı için yaşadığımız şok ve korku halini hala atlatabilmiş değiliz. Post-pandemi sürecinde insan ilişkilerinin nasıl olacağı ise şimdiden merak konusu. Zira “normalleşme” çağrılarına rağmen dünyada ve yaşadığımız ülkede pandemi sürecinin insan sağlığından ziyade ekonomik kaygılarla yürütülmesinden ötürü insanlar da halen daha yoğun bir panik hali mevcut. Bu panik, dünya genelinde ortaya çıkan korkunç manzara ile henüz virüsün yayılımının önüne geçilemediği ve virüsün en bilindik bulaş yolunun solunum yoluyla bulaş olduğu düşünüldüğünde anlaşılabilir bir durum. Ancak asıl merak ettiğimiz durum şu; virüsün tedavisi bulunduğunda ve epideminin yayılımının önüne geçildiğinde insan ilişkileri yeniden eski haline dönecek mi? Yani homo sapiens tekrardan birbirini “sevebilecek” mi?

Elbette bu konuda da farklı görüşler mevcut. Bir kesim yine optimist davranmayı “başararak” pandemi süreci sonrasında insanlığın birbirine daha sıkı sarılacağına inanıyor. Benimde içinde bulunduğum başka bir kesimin ise; yahu insanlığın birbirine sarılmasına gerek yok, birbirlerini boğazlamasınlar yeter diyesi var. Çünkü virüsün aşısı veya tedavisi bulunsa dahi bir şekilde bu hastalığı geçiren kişi veya yakınlarının ayrımcı söylem veya davranışlara maruz kalması ve hatta nefret suçunun mağduru olması dahi ihtimal dahilinde. Bu iddianın fazlasıyla abartı olduğunu düşünen varsa eğer,  kendilerine hem sık sık nefret söylemi ve suçlarına maruz kalan HIV ile yaşayan bireyleri hatırlatarak “rahatsızlık” vermek hem de nefret suçunun  neredeyse insanlıkla beraber varolduğunu hatırlatmak isterim. Rahatsızlık boyutunu yazının devamına saklayarak nefret suçunun başlangıcı sayılan olaya ilişkin bir alıntı ile devam edelim;

Habil’in kendi sürüsü vardı, Kabil’in de tarlaları; geleneğin ve dini vecibelerin gereğini yerine getirerek, emeklerinin ilk ürününü efendi’ye sundular: Habil bir koyunun gevrek etini kızarttı, Kabil de toprağın ürünlerini, birkaç başak ve tohumu sundu. Bunun üzerine, bugüne dek açıklanmamış birşey meydana geldi. Habil’in sunduğu etin dumanının dosdoğru yükselerek sonsuz uzayda yok olması, efendi’nin onun sunduğu şeyi kabul ettiğinin ve bundan haz aldığının işaretiydi; ama Kabil’in de aynı şevkle yetiştirdiği bitkilerin dumanı çok yükselmedi, toprağın hemen üzerinde anında dağıldı; bunun anlamı, efendi’nin en ufak minnet duymadan onu reddettiğiydi. Kaygılı, şaşkın Kabil, Habil’e yer değiştirmeyi önerdi, bu tersliğin nedeni bir hava akımı olabilirdi; bunun üzerine yerlerini değiştirdiler, ama sonuç aynı oldu. Efendi’nin Kabil’i hor gördüğü açıktı… Bu sahne bir hafta boyunca şaşmaz şekilde tekrarlandı: bir yanda hep yükselen bir duman, diğer yanda hep elle dokunabilecek ve havada hemen dağılan bir duman. Ve Habil’in merhametsizliği, Habil’in alayları, Habil’in küçümsemesi. Bir gün Kabil kardeşinden yakındaki bir vadiye birlikte gitmelerini istedi, bir tilkinin oraya saklandığı söylentileri dolaşıyordu ortalıkta; vadiye vardıklarında, sık böğürtlenlerin arasına önceden gizlemiş olduğu bir eşeğin çene kemiğiyle vurarak, yani kalleşçe bir taammüdle, kardeşini kendi elleriyle öldürdü” 

Bu uzunca alıntı Jose Saramago’nun Kabil kitabından.(2) Kabil’in Habil’i öldürmesi suç ve ceza tarihinde her zaman kasten öldürme suçunun ilk örneği olarak gösterilse de çoğu insan hakları savunucusu tarafından aynı zamanda nefret suçunun da başlangıcı olarak görülür. Başlangıcı neredeyse insanlık tarihi ile aynı olan nefret suçları için Yasemin İnceoğlu bir röportajında “çağın epidemisi” terimini kullanmıştı(3). Ben ise bu kavrama, alıntıladığım tarihsel olaya dayanarak “çağın epidemisi” olarak değilde “insanlık tarihinin epidemisi” şeklinde genişleterek yer vermek istiyorum. Nefret suçunun insanlık tarihinin epidemisi diye anılacak kadar “kadim” bir tarihi olsada nefretin  bir virüse, bir hastalığa yöneltilmesi insanlığın o kadar da eski olmayan ancak günümüze kadar uzanan icatlarından. Cüzzam, veba, frengi ile başlayan sağlığa yönelik damgalama günümüzde kanser hastalarına, herhangi bir cilt hastalığına sahip olan kişilere veya dikkat çeken fiziki bir engele sahip olan kişilere kadar uzanıyor. Koronavirüsün  sosyal ilişkilerle kolaylıkla  bulaşan bir virüs olduğu göz önüne alındığında bu nefret ve ayrımcılık silsilesinden kurtulamayacağını düşünsemde  bu yazıda bilimsel olarak tüm bulaş yolları bilinmesine ve sosyal ilişkilerle bulaşının mümkün olmadığının bilinmesine rağmen bugünlerde  koronavirüs ile sık sık karşılaştırılma yanlışına düşülen HIV’e ve HIV’in toplumsal boyutuna ilişkin bir ön bilgi verildikten sonra HIV ile yaşayan bireylerin sıklıkla karşılaştıkları hak ihlalleri ve maruz kaldıkları nefret söylemleri açıklanmaya çalışılacaktır.

HIV, İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü olarak adlandırılan ve HIV enfeksiyonuna yol açan bir virüsün adı. Bugün HIV ile yaşayan bireyler tedaviyle enfeksiyonu kontrol altına alarak standart yaşam sürelerini HIV kaynaklı bir sağlık sorunu olmaksızın yaşayabiliyorlar. Dünya Sağlık Örgütü uzun yıllar önce HIV’i ölümcül hastalıklar listesinden çıkardı ancak buna rağmen HIV, toplumda halen daha ölümcül bir hastalık olarak biliniyor. HIV’e dair bilinen tek yanlış maalesef bununla da sınırlı değil. HIV’in sosyal ilişkilerle bulaşabileceğinden tutalımda sadece eşcinsellere bulaştığına kadar toplumda birçok yanlış bilgi mevcut. Tüm yanlış bilinenleri buraya tekrardan yazmak yazıyı bağlamından uzaklaştırabileceği ve zaten halihazırda defalarca yazıldığı için detaylı okumak isteyenler alanda çalışan; Pozitif Yaşam Derneği, Kırmızı Kurdele, Pozitif-iz Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarının sayfalarından bu bilgilere ulaşabilirler. Bizler tekrardan HIV’in toplumsal boyutuna dönecek olursak; HIV ile yaşayan bireyler, sağlık durumlarına ilişkin tanı alır almaz etiketlenirler. Hastalığın “ölümcül” algısı ile birlikte bu etiket, bireylerin cinsel yönelimlerine veya yaşam tarzlarına yönelik önyargılar geliştirir. Böylece HIV ile yaşayan bireyler, toplumdaki “marjinal”, “tehlikeli”, ”sapkın” bireyler olarak değerlendirilir ve insanlar HIV ile  yaşayan bireylere karşı korku, düşmanlık, öfke ve nefret gibi duygular beslerler. Bu tutum ve davranışlar toplumun her alanına sirayet ederek, HIV ile  yaşayan bireylerin toplumda değersizleştirilmesine ve toplumdan uzaklaşmalarına sebep olur ki neticesinde bireyler ayrımcılık uygulamalarına maruz kalarak en temel hak ve özgürlüklerinden yoksun kalırlar.(4) Bu olumsuzlukların önemli bir nedeni de HIV’e ilişkin popüler dağarcığın, bulaşın cinsellik boyutu nedeniyle pek çok tabunun gölgesinde kalması ve bilgi eksikliğinden kaynaklı cehalet, korku ve dezenformasyona eklenen ahlaki ve politik çıkar çatışmalarıdır. Oysa unuttuğumuz şeyler var. HIV ile yaşayan kişiler, tıptaki her tür ilerlemeye rağmen yine de kronik bir hastalık ve onun sosyopsikolojik yönleriyle mücadele eden, içsel ve dışsal özene gereksinim duyan kişiler. Ayrıca HIV, eğer gerekli önlemler alınmazsa, sadece ve sadece, korunmasız cinsel ilişkiyle, tedavi almayan anneden bebeğe veya kontrol edilmemiş kan, organ nakliyle bulaşır. Bu bulaş yolları dışında herhangi bir şekilde, örneğin sosyal ilişkilerle bulaşmaz. Öyleyse bağışıklık sistemleri daha hassas olduğu için, aslında herhangi bir hastalığa karşı korunması gereken kişiler, HIV pozitifler, onlara cephe alanlar değil! (5)

HIV’in ve HIV ile yaşayan bireylerin açıklamaya çalıştığımız döngü ile damgalanma ve ayrımcılığa  maruz kalmasının en büyük sebeplerinden birinin bilgiye ulaşımın bu kadar rahat olduğu bir çağda bile kulaktan kulağa yayılan yanlış bilgiler olduğunu söyledik. Ancak yaşanan ihlalleri sadece yanlış bilgiye bağlamakta eksik bir değerlendirme olur. Zira HIV’in ortaya çıktığı günden bugüne kadar hem tedaviye ilişkin hemde bulaş yollarının engellenmesine ilişkin çalışmalarda büyük aşamalar katedildi ve bu çalışmalar hatırı sayılır defa yazılıp çizildi. Örneğin alanda çalışan kişiler uzun zamandır B=B (Belirlenemeyen=Bulaştırmayan) çalışmasını(6) yani belirlenemeyen virüs yük düzeyindeki HIV taşıyıcısı bireylerin kondom kullanmasalar dahi cinsel ilişki yoluyla HIV bulaştırmayacağının bilimsel ve çok güçlü kanıtlarla ispatlandığı çalışmayı insanlara anlatmaya çalışıyorlar. Buna rağmen halen daha bunlardan bihaber olmak veya bihaber olmayı tercih etmek toplumdaki tabuları, önyargıları ve bitmek bilmeyen fobileri tartışmayı zorunlu kılıyor. Dolayısıyla HIV pozitifler ve bu alanda çalışan kişiler asıl mücadelelerini virüse karşı değilde toplumdaki bu önyargılar ile beslenen nefret ve ayrımcılığa karşı veriyorlar.

Pozitif Yaşam Derneği’nin son 6 ayda yayınladığı iki hak ihlali raporundan (7); HIV ile yaşayan bireylerin eşitlik hakkının ihlalinden sonra en fazla; mahremiyet haklarının, çalışma haklarının ve tedaviye erişim haklarının ihlal edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla HIV ile yaşayan bireylerin yaşadıkları ihlaller sadece bir sağlık sorunu olarak görülmemelidir bu ihlaller temel insan hakları ihlalleridir. Bu sebeple ayrımcılık ile damgalanmaya karşı mücadelede bu konuyu da ele alan bütüncül bir yaklaşım önemlidir. Zira raporda da değinildiği üzere bu ihlaller HIV ile yaşayan bireylerin hayatlarının olağan akışlarında sıklıkla karşılaştıkları ihlallerdir.   Örneğin, HIV ile yaşayan bireyler özel hayatlarında; statülerini paylaştıkları kişiler tarafından sıklıkla “kimbilir ne halt yedin” alt metninde sorulara maruz kalmakta, cinsiyet kimlikleri ile cinsel yönelimleri sorgulanmakta, HIV statüleri onayları olmadan başkalarıyla paylaşılmakta ve nefret söylemleriyle ifşaya maruz bırakılmaktadırlar. Oysa kişilerin özel yaşamını ve kişilik hakkını ilgilendiren sağlık statüleri, özel nitelikli kişisel veri sayılmaktadır. Bu verilerin özel nitelikli addedilmesinin sebebi, başkaları tarafından öğrenildiği takdirde bireylerin mağdur olmalarına veya ayrımcılığa maruz kalmalarına sebep olabilecek nitelikte olmasındandır.(8) Dolayısıyla kişilerin sağlık verilerinin kanunların öngördüğü haller dışında paylaşımı hukuki ve cezai sorumluluğu da gündeme getirebileceği gibi Anayasa Mahkemesi’ne göre, “bu hak, bireyin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamakta, kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini belirleme hakkına işaret etmektedir ”(9) .

Yine HIV ile yaşayan bireyler çalışma yaşamlarında işe alımlarda ve işlerinin devamında; HIV testine zorlanmakta, mevzuat eksikliğinden ötürü istemedikleri durumlarda dahi hukuka aykırı olarak kişisel verilerini paylaşmak zorunda kalmakta ve çoğunlukla nefret söylemlerine maruz bırakılarak iş sözleşmeleri feshedilmektedir. Oysa HIV/AIDS ve Çalışma Yaşamıyla ilgili ILO Uygulama ve Davranış Kuralları’na(10) göre iş için başvuranlardan ya da çalışanlardan HIV’le ilgili kişisel bilgi vermelerini istemenin herhangi bir gerekçesi olamaz ayrıca, çalışanların da bu tür bilgileri iş arkadaşlarına verme gibi bir yükümlülükleri yoktur. Dolayısıyla işçi veya işçi adayından HIV testinin istenmesi ve test sonucuna göre işçi adayının işe alınmaması veya işçinin iş sözleşmesinin feshedilmesi veyahut yenilenmemesi durumu açıkça ayrımcılıktır. Bu ihlaller hem taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler hem de ulusal düzeydeki mevzuatımızdaki düzenlemeler gereği işveren açısından hem cezai ve hukuki sorumluluğu hem de İş Kanunu’nda ayrıca özel olarak düzenlenen ayrımcılık tazminatını gündeme getirir.

HIV ile yaşayan bireylerin en çok ihlal edilen haklarından biri olan tedaviye erişim hakkında yaşadıkları sıkıntılar ise ihlallerin en şaşırtıcı boyutlarından biri. Zira bir virüsü ve virüsün bulaş yollarını en iyi bilen/bilmesi gereken sağlık çalışanlarının HIV pozitif bir hastaya dokunmak dahi istememesi maalesef bugün hala karşılaşılan durumlardan bir tanesi. Bu yaklaşım; etik yükümlülüklere aykırı biçimde HIV pozitif hastanın tedavisinin reddinden, HIV pozitif bir hastanın “koruyucu ekipman eksiği” bahanesiyle ameliyata alınmamasına kadar birçok sonuca yol açıyor. Oysa sağlık hizmetlerinin güvenli bir şekilde sunulması için kullanılan standart enfeksiyon önleme yöntemleri her enfeksiyon için aynıdır. HIV ile yaşayan bireylere hekim veya diğer hastaların güvenliği için uygulanması gereken ek bir prosedür olmadığı gibi HIV ile yaşayanlar hekimlerine doğrudan statülerini açıklamak zorunda değildir. Her sağlık profesyoneli tüm hastalar ya da başvuranlar için evrensel enfeksiyon önleme kuralları çerçevesinde eşit ve etkili önlemleri almakla yükümlüdür. Buna rağmen HIV ile yaşayan bireylerin bazen hayati bazen de çok ufak sağlık sorunları büyütülüp çoğu zaman çözümsüz hale getirilebiliyor.

Bu sorunlar HIV ile yaşayan bireyler için öyle arada bir yaşanan ve bir şekilde çözüme kavuşturulan sorunlar değil. Bu sorunlar Türkiye’de HIV ile yaşayan bireylerin HIV tanılarını aldıktan sonra neredeyse beraberinde paket halinde aldıkları, çoğu zaman karşılaşmaktan ve çözüm aramaktan yıldıkları insan hakları ihlalleridir. Statülerinden ötürü yaşamlarının neredeyse her alanında bahsedilen hak ihlallerine uğrayan HIV ile yaşayan bireyler yazının başında da değinildiği gibi bu ihlallerin yanı sıra sıklıkla nefret söylemlerine ve suçlarına maruz kalmaktadırlar. Nefret suçlarını nefret söylemlerinden ayıran noktanın; nefret söylemlerinin hukuk sisteminde suç olarak düzenlenmesi halinde teknik olarak olarak nefret suçu olarak anılabilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yine de kavramsal tanımlarına bakacak olursak; nefret söylemi kavramını tanımlamak özellikle tek bir disiplin içerisinde tanımlamak oldukça zordur ve üzerinde uzlaşılmış bir tanım bulunmamaktadır. Uluslararası alanda ise tek tanım 1997 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından bir tavsiye kararında ortaya konulmuştur. Bu tavsiye karara göre, ‘nefret söylemi’ ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli kişilere ve gruplara yönelik saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifade bulan, dinsel hoşgörüsüzlük de dahil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimidir. AİHM de kararlarında belirtilen tavsiye kararına atıf yapmış ve bu doğrultuda nefret söylemini, demokratik bir toplumda hoşgörüsüzlüğe tahrik eden, hoşgörüsüzlüğü yayan, savunan veya maruz gösteren her türlü ifade olarak tanımlamıştır.(11) Nefret suçu ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından “mağdurun, mülkün ya da işlenen suçun hedefinin gerçek ya da hissedilen ırk, etnik, ulusal köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engel, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayanarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağlantısı, ilgisi, bağlılığı, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği kişilere veya mala karşı işlenen her türlü suç” olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de “Nefret ve Ayrımcılık“ suçu düzenlenmiş olmasına rağmen HIV ile yaşayan bireyler maruz kaldıkları nefret söylemlerini çoğu zaman yargıya taşımamaktadırlar.(12) Bunun sebeplerinden birinin yargıya olan güvensizlik olduğunu söyleyebiliriz. Bu güvensizlik halini bir istatistikle açıklamak gerekirse; Türkiye’de; 2006, 2007 ve 2008 yılları içerisinde TCK 122. maddede yer alan “Nefret ve Ayrımcılık” suçundan ötürü 4 dava sonuçlanmış, yargılanan sanıkların hepsi “beraat” etmiştir. Bu suçların hangi saikle işlendiğine dair bir bilgi mevcut değildir.(13) 2009 yılında açıklanan verilerde görüldüğü üzere zaten çok az sayıda yapılan nefret suçlarının kovuşturmalarının tümü (dördü) beraatle sonuçlandırılmış. Nefret söylemlerinin yargıya taşınmamasının bir diğer nedeni ise nefret suçunun yasada düzenlenen halidir. Bu düzenlemenin tartışması hukukçular tarafından çokça yapıldı. Yasanın bu hali tüm nefret söylemleri ile nefret ve ayrımcılık fiillerini cezalandırmaya yetmiyor. Bunun sebebi maddenin ayrımcılığa uğrayabilecek grupları ve ayrımcılık olarak sayılabilecek fiilleri tek tek sayması. Dolayısıyla suç ve cezanın kanuniliği ilkesi gereği maddede sayılan gruplar ve fiiller dışındaki olaylar nefret suçu kapsamında sayılamıyor.  Yasanın cezalandırmaya yettiği fiil ve kişileri ise istatistiklerden görüldüğü üzere yargı cezalandırmıyor! Aslında yargının, tüm incinebilir grupları koruması; toplumsal statülerini, hak ve özgürlüklerini güçlendirici etkilerde bulunması beklenir. Türkiye yargısının karnesi ise kamusal çıkarı, milli güvenliği, genel ahlakı, kutsal liderleri/değerleri/sembolleri filan koruma gibi konularda yıldızlı 10’larla doluyken; bizzat insan yaşamına dokunan, gündelik pratik sorunlarda yukarıdaki pozitif yaklaşımı hayata geçirmek veya bu konuda bir eğilim  göstermek konusunda berbat bir özgeçmişe sahip. Hele “azınlık”, “marjinal”, “dezavantajlı” gruplar ne yazık ki, Türkiye’de bir de yargının eliyle çoğunluğun istediği hizaya getirilmeye çalışılıyor. Adalet mekanizması , tümdengelimci elit toplum mühendislerinin elinde, sanki bir “talim ve terbiye” aracıymış gibi kullanılabiliyor. HIV ile yaşayanlar da bu kötücül paradigmanın olumsuzluklarını bizzat deneyimliyorlar.(14) Örneğin Pozitif Yaşam Derneği, 1 Aralık Dünya AIDS gününde bazı sivil toplum örgütleri HIV farkındalığını arttırmak, herkese korunmanın, partnerin beyanından bağımsız, bireysel bir sorumluluk olduğunu hatırlatmak için “HIV statümü paylaşmak zorunda değilim” sloganıyla yaptığı sosyal medya paylaşımı üzerine yine sosyal medyada yer alan ve HIV ile yaşayan insanların “doğranması, yakılması, damgalanması, yargılanması” söylemlerine ilişkin suç duyurusunda bulunmuş ancak TCK 122’nin düzenlenmesinin kapsam dışılığı yüzünden dosya henüz soruşturma aşamasındayken kapatılmıştır.(15)

Bu yazıda HIV ile yaşayan bireylerin yaşamlarının sadece bir kısmında karşılaştıkları hak ihlallerine değinilmeye çalışılsa da unutulmamalıdır ki bu boyut sadece sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya yansıyan kadarıdır. Her ne kadar bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları ile aktivistler bu önyargı ve ayrımcılıklara karşı başarılı savunuculuk faaliyetleri yürütsede karar alıcılar tarafından HIV pozitiflerin maruz kaldıkları ihlaller ile mücadele edebilecek kamu politikaları geliştirmesinin, uluslararası metinler doğrultusunda mevzuat değişikliklerine gidilmesinin ve nefret söylemlerinin cezalandırılmasının vakti çoktan geldi. Özellikle Türkiye gibi nefret söylemlerinin yaygın olduğu bir ülkede nefret söylemi ve suçlarının cezasızlık politikası ile karşılaşması bu söylemlerin yaygınlaşmasına katkı sunduğu ortadadır. Oysa nefret söylemiyle ilgili uluslararası standartlar nefret içerikli ifadelerin yasaklanmasını ve bir suç haline getirilerek bu yönde etkili bir soruşturma yapılmasını öngörmektedir. Diğer yandan günümüzde gerçekleşen çok sayıdaki nefret suçu vakası göstermektedir ki, nefret suçları “şiddetin manifestosu” olarak mağdur üzerinden, mağdurun ait olduğu topluma bir bütün olarak mesaj göndermektedir.(16) Dolayısıyla belli bir zamanda gerçekleşen nefret suçu, yaşamın farklı alanları üzerinde yankılanabilmekte ve çarpan etkisi yaratabilmektedir. Örneğin yakın zamanda Ulusal AIDS Komisyonu’nun da bir üyesi olan Diyanet İşleri Başkanı’nın (17) burada tekrar etmek istemediğim bilimsellikten uzak ve nefret söylemi niteliğindeki söylemleri HIV epidemisinin yayılımının önüne geçmek yerine kontrolsüz yayılıma ve nefret söylemlerinin artmasına sebep olabilecek açıklamalardan biridir. Devletlerin nefret söylemlerinin önlenmesi için politikalar üretmek ve bu söylemlere karşı yaptırım uygulamak gibi yükümlülükleri varken, bir kamu kurumu başkanının bu tür bir nefret söylemi üretmesi ve karar alıcılar tarafından çoğu zaman yokmuş gibi davranılan HIV’in gündeme geldiğinde nefret söylemleri ile gündeme gelmesi kabul edilemez.

Ayrımcı ideolojilerle yaygınlaşan nefret söylemleri ile nefret suçlarına karşı umut veren tek şey ise nefretin olmadığı bir dünya için verilen mücadelenin yoğunluğudur. Bu mücadelenin çok boyutlu olması ve tüm alanlarda yürütülmesi için ise yaşanabilir bir dünya idealini dile getiren herkesin bu mücadelenin bir yerinde yer alması ve bu mücadeleyi herkes için vermesi gerekir. Zira eşitliğin ve hakların hiyerarşisi olamaz. İnsanca ve insanlık onuruna yakışır yaşam için tüm haklar herkes için bütüncül olarak ele alınmalıdır. HIV ile yaşayan bireylerin yaşadıkları hak ihlalleri ile maruz kaldıkları nefret söylemleri de bu kapsamda ele alınmalı ve kısık sesle konuşulan bir alan olmaktan çıkarılıp tüm insan hakları savunucularının gür bir şekilde konuşması gereken bir alana dönüştürülmelidir.

 

Esra Erin

KAYNAKÇA:

1-Bu konuda detaylı bilgi için bakınız;  https://www.who.int/bulletin/volumes/89/7/11-088815/en/#:~:text=A%20pandemic%20is%20defined%20as,are%20not%20considered%20pandemics.

2-SARAMAGO,Jose ,Kabil, Kırmızı Kedi Yayınları, Çeviren:Işık Ergüden, Şubat 2019

3-ÖĞÜNÇ, Pınar “Çağın Epidemisi:Nefret Suçları”, Radikal Hayat, 20.03.2010

4-TAŞKIN, E. Oryal, Ruhsal Hastalıklarda Damgalama ve Ayrımcılık, 1. Baskı

5-KÖYLÜ, Murat, HIV/AIDS’le Mücadelede En Büyük Sorun Virüs Değil Önyargılar, Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der. Yasemin İnceoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012, s. 329

6-Bu konuda detaylı bilgi için bakınız; https://www.kirmizikurdele.org/besittirb

7-Raporlar için bakınız; https://www.pozitifyasam.org/raporlarimiz/

8- SÜZEK, Sarper, İş Hukuku, 14. bs., İstanbul, Beta Yayınları, 2017, s. 423, aynı yönde; ÇELİK, Nuri; CANİKOĞLU, Nurşen; CANBOLAT, Talat, İş Hukuku Dersler, 30. bs., İstanbul, Beta Yayınları, s. 336.

9- Başvuru No: 2014/19081 ve 1/2/2017 T. Kararı (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 32)

10- Bu konuda detaylı bilgi için bakınız;https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—ed_protect/—protrav/—ilo_aids/documents/publication/wcms_114155.pdf

11- KARAN, Ulaş, Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der. Yasemin İnceoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012, s. 84

12- Raporlar için bakınız; https://www.pozitifyasam.org/raporlarimiz/

13-GÜL,İdil Işıl, KARAN Ulaş, Ayrımcılık Yasağı Kavram, Hukuk, İzleme ve Belgeleme,syf 99

14-KÖYLÜ, Murat, HIV/AIDS’le Mücadelede En Büyük Sorun Virüs Değil Önyargılar, Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der. Yasemin İnceoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012, s. 335

15-Bu konuda detaylı bilgi için bakınız;https://www.pozitifyasam.org/2020/01/02/hiv-ile-yasayan-bireylere-karsi-nefret-ve-ayrimcilik-soylemleri-ureten-twitter-kullanicilari-hakkinda-suc-duyurusunda-bulunduk/

16-ATAMAN, Hakan,Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Der. Yasemin İnceoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012, s. 49

17-https://www.pozitifyasam.org/2020/04/25/diyanet-isleri-baskanligina-ulusal-aids-komisyonu-uyesi-oldugunu-hatirlatiyor-ve-ali-erbasi-ozur-dilemeye-davet-ediyoruz/

Yazı ilk olarak birikimdergisi.com’da yayımlanmıştır.